5 Temmuz 2010 Pazartesi

Korku

Bugün korktum. Cesaret denen meretin kırıntıları bile yok şu anda.

Bu eve takılıp kaldım, bir türlü gidemiyorum. Nasıl gidebilirim ki? Nasıl gidiliyor? O korkuyu nasıl yeniyor insanlar?

Ben çıkamıyorum bu evden. Sinirlerim çıktı dün, ama çıkamadım. Olmadı.

Sanki ayağıma o zinciri bağlamış gibi, sanki ona her şeyi anlatırsam; nefretimi, düşüncelerimi, o zaman çözülecekmiş gibi geliyor her şey.

Bu gün bakıp göreceğiz.

Şans dile günlük, zira bu günden sonra bir daha yazamama olasılığım da var.

Siyah (Sikmişim sigarayı)

Yazmak İstememiştim...

Aha, google'a pain yazdığım zaman görsellerden çıkan ilk resim buydu, bunu koydum ben de.

Evet, yazmak istemiyorum ama tutamadım kendimi. Gayet anonim bir biçimde, kimse hiçbir şey bilmeden hakkımda, yazıyorum. Kim nereden tanıyacak ki?

Konuya gireyim.

Bir arkadaşım var. Arkadaştan daha öte aslında. Biz ona "kıvırcık" diyelim.
@Kıvırcık sana mektup yazdım, ama çok üşeniyorum. Onu sonra yayımlayacağım! Haberin olsun.

Eveeeet, nasıl anlatsam, nasıl anlatsam.

Şimdi, babamın yanında kalıyorum bir süredir (günlerle sınırlı). Babamın bir eşi var, ve paranoyak.

Bu kadın bana ve kardeşime çok çektirmişti zamanında, önce iyi davrandı bize sonra yine biz onun gerçek yüzünü gördük vs. vs.

Bu kadın evde fırtınalar estiriyor! Yattığım çarşafı düzeltmemişim, koltukları beyazmış, lekelenince atıyorlarmış, üstelik koltukta yemek yediğim için (bkz: normal insan hareketi) bunların hepsini sinsi sinsi yaptığımı düşünüyor kendileri. Ha, umrumda değil. Ama babam üzülüyor.

Bugün babamla konuştuk bu mevzuyu, babam kapıdan çıkarken benim hakkımda demediğini bırakmadı adama çünkü. Ben de duydum, yattığım yerden kalktım ve "belli bir süre sonra gideceğim zaten, bir süre daha sabretmeniz gerekiyor" dedim. Ve babamın gözlerine bakarak ekledim: "artık burada rahat değilim".

Neyse işte, babama laf anlatanda kabahat. Benim hatalarım olduğunu üst üste belirtiyor, söz hakkımı elimden alıyor, ama kadının bu konuda daha suçlu olduğunu bir türlü anlayamıyor. Anlamak istemiyor ya da kabullenmiyor. Bunlardan birisi işte, hangisi bilmiyorum.

Böyle işte günlük. Ben de bu olaylardan sonra kat kat güçlü olmaya karar verdim. Bir set duvar daha ördüm çevreme. Sıkıysa gelsinler. Sıkıysa yıksınlar duvarı.

Yıksınlar da çığ gibi düşeyim üstlerine!

Siyah (Sigara içemiyorum adamın yanında amk)

22 Haziran 2010 Salı

Otobüs


Not: Bu yazı, bir A4 kağıdını dörde bölerek, bir "Küçük İskender" kitabının içinde yazılabilecek hale getirmemle yazılmıştır. Yazarken kitabın üstünde yazdım, sayfaları arasında değil. Kitabı da bitirdim zaten. :)

Not 2: Bu yazı, iki şehir arasında yolculuk ederken yazılmıştır.

Dedim ya otobüsle yolculuk yapmayı sevmiyorum diye, sonuna kadar haklıyım. Şu anda otobüsteyim, yanımdaki herif (nasıl biri görmedim) bir DEDE ile yer değiştirdi, sırf arkadaşı ile oturabilmek için. Dede de yanıma geldi haliyle. Şansıma tüküreyim.

Neyse, biraz kitap okuyacağım ben, olaylar geliştikçe devam ederim yazmaya.

17.53 Dede bana (gideceğim şehir "b" olsun) "b'li misin?" diye sordu. Hayır dedim. Muhabbeti o anda bitirdi. Bu ne lan?!

19.26 Bu aptal ve minik televizyonda "120" adlı filmi oynatıyorlar. 1914 zamanı Van'da geçiyor vs. vs. Ne düşünsem bilemedim. Bilmiyorum. Sağdan güneş vuruyor beynime, başım ağrıyor.

19.42 Filmin bir yerinde "taşakatli" diyor lan? Ne demek acaba.

20.30 (27C) Bu ilacın etkileri çok boktan. Otobüs mola verdi, indim, sigara içtim, yemek yedim vs. Bir kadına "GÜM" diye çarptım arkadan, iki genci kıskandım deli gibi. Deli gibi ama. Bunların haricinde başım ağrıyor, "biri beni vursun artık!" diye çığlık atmam an meselesi.

Kıskandığım iki genç var dedim ya, ikisinde de sarı bir t-shirt var (bendeki gibi), biri açık mavi diğeri siyah pantolon giymiş, birinde beyaz converse (evet kırmızı bantlı) diğerinde de vens tarzı bir ayakkabı var. Biri çok çocuk, ama sanıyorum ki kötü yolda. Diğeri ise kaslı ama göbekli. Yanında annesi ve kardeşi var. Genç olan çalışmaya gidiyormuş, öyle duydum en azından. (Çok detaya girdim mk) (Bu arada bu ikisi deli gibi konuştular ettiler, o yüzden kıskandım.)

Neyse günlük, ben uyumaya çalışayım. Yoksa bu başı kökünden koparım kendime oral yapacağım. Öptüm.

04.57 Bir insan otobüsten indim diye bu kadar çok sevinir mi lan? Nasıl uyuduysam artık o arkamdaki DEDE uykusunda bağıra bağıra sayıklarken, ben de anlamadım. Önüm arkam sağım dedeydi. Şansıma tüküreyim işte. Bu arada bu şehirde benden başka inen olmadı, başkasıyla tanışsam bile bir boka yaramayacaktı zaten.

Neyse işte, şehre sağ salim varmanın şerefine güzel bir sevişilirdi ya, şurada bir genci kandırsam? Amaan, servisi kaçırırsam göte gelirim. Gerek yok şimdilik. Eve gidince yan komşuyu ayartırım olmazsa. Hadi ben kaçtım ;)

Not3: Serviste gayet güzel bir insanla tanıştım. Çakmakla kapattığım onun msn adresi. :)

Siyah. (Şu bölümü de bitireyim, öyle içeyim sigaramı.)

20 Haziran 2010 Pazar

Yolculuk

Yazsam mı, yazmasam mı.

Sinirlerim bozuk.

Neyse, konu bu değil.

Bugün itibariyle yola çıkıyorum. Zerre gitmek istemediğim bir yer fakat gidicez mecburen, napalım.

Yolculuğumu, kötü bir otobüs firması ile gerçekleştirmek zorundayım. Otobüsleri sevemedim, sevmiyorum, hele ki ucuz firmalardan nefret ediyorum.

Ne yapsam ne etsem diye düşünüyorum otobüste. Kitap okurum, yazı yazarım, karalarım, çizerim. Yanıma oturan erkeğin de giderine göre ibnelik yaparım.

Fakat şöyle kötü bir durum var, ilaç mahfediyor beni. İlacın etkisi yüzünden dün önümde koskoca bir kamyonla yürüdüm desem yeridir. Bugün de aynı şey olursa, yandım.

Bir de, bu ilaç uykuyu kaçırıyor, cin gibi yapıyor seni. Bunu bildiğimden, zaten dün uykusuz olan ben ilacı ağzıma atar atmaz daldım. Uyuyamam bir daha diye. Feci bir şey.

Neyse, bakalım artık. Nasıl geçecek o saatler hala bilmiyorum, ama pek hoş geçeceğe benzemiyor.

Neyse artık.

Siyah. (Ne az yazdım bu ara amk)

18 Haziran 2010 Cuma

Tedavi

Bir arkadaşım ile şehir değiştirerek, yakın bir tanıdığını görmeye gittik. Yakın tanıdığı olarak nitelendirdiğim kişi bir psikiyatr ve beni tedavi etmeyi kabul etti sağolsun.

Şimdi, bu konu hakkında bir iyi bir kötü şey var.

Kötüsünden başlayayım: Bu kişi beni tedavi ettiği için onun yanında rahat değilim. Bütün duvarları inmiş, sorunlu sapık bir insan modeli duruyor gibi. İstese kafamı kopartır, o derece rahatsızım.

İyisi: Tedaviye başladık gibi, bu gün bir iki işi halletmek lazım tabi. Üstüne, ilaç da kullanmaya başlayacağım. Süper etkileri var ilacın.

Bu hastalığı tetikleyen psikolojik sebebin farkına varmamı sağlayacak bir ilaç aslında. Ama yan etkilerinde cinsel gücü arttıracağı da yazıyor. Benim de işime gelmiyor değil tabi.

Bu ne demek? "Bu şehrin bunaltıcı sıcağı beni azdırdı" diye, Şahin K. edasında dolanacağım demek. Güzel olay.

Siyah. (Yeni bölüm düşmüş, izleyeyim bari)


16 Haziran 2010 Çarşamba

I wanna do bad things to you!

True Blood denen şu lanet şey, hem beni etkiliyor, hem de eski anılarıma götürüyor. Bu yüzden, izlemesi tam anlamıyla işkence olan bir dizi bu benim için.

Lise 2'de iken, ortaokulda anlattığımdan daha psikopat bir insandım. Bir tür uyuşturucuyu denemişliğim bile vardı. Tek tük sigara içiyordum, metal kültürüne yeni yeni alışıyordum, girdiğim her ortamda dikkatleri kendi üzerime çekiyordum. Forumlarda bile bir hafta sonrasında mod olabiliyordum. Çünkü hep sinsi düşünürdüm, karanlıkta, bomboş bir "yoklukta" kalmanın her şeyden beni kurtardığına, gerçek huzuru bulmama yardım edeceğine inanırdım.

Bir gece, arkadaşımda kalma bahanesiyle çıktım. İzmir'de pek bilinmeyen, salaş ama güzel bir bara gittim. O zaman, istersem 20, istersem 15 yaşında gibi görünebiliyordum. Aynanın karşısında binbir türlü alıştırma yapmışlığım vardı.

Yalnız gidemeyeceğimi düşünerek, bir arkadaşımı aradım. Buluştuk, içeriye girdik. Çok zorlanmadık, çünkü okulda ders dinleyen, ergen, okul kıyafetleri içinde 17 yaşındaki "siyah", o psikopat kişiliğini kullanarak bu yerler için bilet satmıştı. Karşılığında da beleş içki içmişti. Ama o surat ifadesi, bir saniyeliğine bile değişmemişti.

İçeride, biz yaşlarda, ama bunu anlaması zor olan hatunlar yok değildi. Genelde üniversite öğrencilerinin geldiği bir yerdi, ama liseli gençlere de tolerans gösteriyorlardı. Kimisinin siki büyük, kimisi babyface, kimisi de benim gibi psikopattı. Toplum baskısını üzerinden atabilenler için bulunmaz şaheserlerdik. Yakışıklıydık, hızlıydık.

Orada bir hatunla tanıştım. Bizim okuldaydı, ama hiç görmemiştim. Bu kişiliğime bayılmıştı adeta, okuldaki çocuksu siyahı tanısa, "ezik lan bu" diye savardı kesin. Ama bu farklıydı, güçlüydüm. İstediğim herkes olabiliyordum.

Belli bir süre sonra, bu mekanın arkasında öpüşmeye başladık. Sırtımı tırnaklamaya başladı, bendeki psikopatın da eli armut toplamıyordu. Dudağını ısırdım.

Kan.

Koyu kırmızı.

Vampir!

Yavaşça akan kanı emdim. Hoşuna gitmişti. Çok kanamamıştı, ufak bir sıyrık. Ama tadı çok güzeldi. Tekrar buluşmak üzere sözleştik.

Bu olayın üzerine, saf benliğim kaldıramadı bunu. Ben böyle değildim, ne oluyor bana triplerine girmeye başladım. Okula gitmedim, kimseyle konuşmadım. Her gün ağladım. Ergenlik dönemi işte, daha çocuksun, ne işin var elin mekanında?

Bu olay da kötü anılarımın gerçekleştiği zamanlara denk geliyor. Bu dizi de, bunları hatırlattığı için işkence halini aldı bende.

Ha, yine olsa yine yapar mıyım? Bir dakika durmam.

Kan...

Tahrik edici...


Siyah. (Sigaram nerde layn?!)

15 Haziran 2010 Salı

Garfield'lı Günlük Ne Alaka Peki?



Bunu açıklığa kavuşturmamız lazım :)

Bu isim benim teeeeee çocukluğuma kadar iniyor.

Denize sıfır bir şehirde doğdum, büyüdüm, acı çektim, sevindim. Alakasız bir zamanda, Garfield'lı bir "günlük" olduğunu farkettim dolabımda. İçi bomboştu, ama üstündeki o turuncu kedi, benim 5 sene boyunca en yakın arkadaşım olarak kaldı.

Bir yılbaşı günü başladım günlüğe. Aslında yılbaşı arifesi desek daha doğru, çünkü bir iki gün öncesinden yazmaya başladım. Dayanamadım çünkü. Emin olun ortaokulda bir tane bile düzgün arkadaş edinememiş, toplum baskısını daha o yaşlarda anlayamayan ve reddeden bir bünyenin yazacak çok şeyi oluyor.

Öyle bir çocuktum ki ben, kimseyi dinlemez, kimseyi sikime takmazdım. Gidip kızları rahatsız eder, cinsel kimliğimi o yaşlarda kabul edemediğimden erkeklerden olabildiğince uzak dururdum. Öyle ki, dershane zamanlarında dersleri sabote eden, derslerde sıkılınca "hocaaaaaaaeeeeeeeem SIKILDIM BEN" diye çığlık atan bir çocuktum. Çünkü kimse o korkunç herife sesini bile çıkartamazken ben adamın karşısında adama tip tip bakıp çekirdek çitliyordum. Basit bir ego tatmini belki de. Çünkü hiç arkadaşın yok, yapayalnızsın, çevrendeki arkadaşlıkları kıskanıyorsun ve sonunda hem kontrol etme, kabul edilme, kendini gösterme gibi duyguları tatmin edince ne kadar zevk aldığını keşfediyor, hem de insanları o yaştan itibaren küçük görüyorsun. Küçük görüyordum, doğrudur. Ama o 20 kişinin içinde bir tek ben, o korkunç suratlara karşı gelebiliyordum.

Tabi bunları paylaşacak kimse olmayınca, iki satır da olsa bir şeyler yazıyordum ben günlüğüme. Onunla paylaşıyordum hep. Tek dostum oydu. Kimseyle Harry Potter büyüleri hakkında konuşamıyordum, kimse benim tasolarımla ilgilenmiyordu, kimse benimle oyun oynamıyordu. Hepsini hayal dünyamda yaşayıp, naklen, günlüğüme aktarıyordum. Garfield'lı günlüğüme.

Ha, sonra ne oldu ona? Yaktım. Baktım ki ailem okuyor, üstelik yazdıklarımla dalga geçiyorlar (amına koyayım onların ayrıca) ben de yaktım günlüğü. Ama külleri, ne yazık ki buraya sıçradı.

Peki ya o çocuğa ne mi oldu?

Onu da o günlükle beraber yaktım. Küllerini hala saklarım ama. İhtiyacım olunca çıkarıp denize savuruyorum, rahatlıyorum. Çünkü o küller denizin altında nefes alabiliyorken, ben bu hayatta ölmemek zorundayım.


Siyah. (Böyle de obsesif bir adamım işte, son cümle çok zekice olmuş.)